Sayfalar

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine

Blogu ilk açtığımda güzel şeyler yazma hevesim vardı. Eğlenceli şeyler yazacaktım. Ama bizim ülkede günden güne öyle olaylar oluyor ki, insan "güzel" şeylere değinemeyecek hale geliyor neredeyse. Şu geçirdiğim bir hafta kabus gibiydi resmen, bir de meydana gelen olaylar üzerine konuşulanları işitince/görünce ne yapacağımı, ne tepki vereceğimi şaşırır hale geldim. Günlerdir birçok şey soruyorum kendime gündemlerle ilgili, insanlarla ilgili, insanların yazdıklarıyla, verdikleri tepkilerle ilgili. Önceden de mi hep böyleydi yoksa son zamanlarda iyice zıvanadan çıktık mı diye bir sürü şey geçiyor kafamdan. En sonunda yoruluyorum, gerçekten yoruldum. Ve tek çözüm olarak da bunlar üzerine düşünmenin gerçekten manasız olduğunu, kendi kendime aklımı fazlasıyla yorduğumu farkettim.

-Şike operasyonu
-13 şehit haberi
-Demokratik özerklik
-Levent Yılmaz'ın Enis Batur eleştirisi; Şavkar Altınel'in Oğuz Atay ve Tutunamayanlar hakkında söyledikleri

İlk üçü hakkında hiçbir yorumda bulunmayacağım, sağolsun insanlarımız "her şey" hakkında anında politik bir duruş sergileyip konular üzerinden siyaset yapma geleneğine sahip olduğu için bize söylenecek bir şey kalmadı. Hoş, benim de söyleyecek isteğim yok. Güzel şeyler yazma isteğimi bile öldürüyor "gerçek dünya".

Ama son madde önemli, Levent Yılmaz'ın eleştirisi hakkında bir şeyler yazmıştım daha öncesinde, söylemek istediklerimin çoğunu da yazamadım ama yeterince düşüncelerimi açıklayabildiğimi düşünüyorum. Şavkar Altınel'e gelince de, lafı uzatıp satırlarca yazacak değilim ama benim üzerinde durduğum Oğuz Atay hakkında düşünceleri;

"
bana göre ‘tutunamayanlar’ bir küçük burjuva krizinin, mühendis olmanın, ‘salon salamanje’lerde yaşamanın, ‘bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı’nı yapmanın hikâyesi. bunda bir sorun yok: bir flaubert bu malzemeden büyük bir roman çıkarabilirdi. ama atay, flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de ‘kendisi’ değil. başkahramanına ‘özben’ soyadını vermiş, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir ‘benlik’ olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi... tezer özlü’nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okumama rağmen atay gözüme sığ ve yapay görünüyor."

Şavkar Altınel, "Erdal Öz Edebiyat Ödülü" sahibi bir yazar ve Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar romanını "yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok" diye eleştirmiş. Bir yazar, bir romanı, "bir kurmaca metni" gerçeklik duygusu taşımadığı için eleştiriyor. Ben geçen hafta Levent Yılmaz'ın yazısını okuduktan sonra nasıl güldüysem Şavkar Altınel'in dediklerini okuduktan sonra aynı şekilde güldüm. Şiir, roman, hikaye, tiyatro metni vs. aklınıza gelebilecek bütün edebi eserlerin hepsi "kurmaca metin"dir. Kurmaca olan bir şeyde, gerçeklik aranabilir mi? Aranılırsa da bu "Bovarizm" olmaz mı? Elbette ki kurmaca metinler her ne kadar kurmaca olasalar dahi, gerçeklikten izler taşır. Ama bir kurmaca metin önünde sonunda "kurmacadır", "hayal ürünüdür". Uzun uzun anlatmaktansa, bu şekilde kısacık anlatmak yerinde olur sanırım. Bir yazarın bir metne böyle yaklaşması da çok vahim. Ama tabi ki, Oğuz Atay eleştirisi hakkında bir sürü şeyler yazıldı çizildi, ama Şavkar Altınel'in bu eleştirisinin altında bana göre "adını edebiyat dünyasına" olabildiğince duyurma amacı yatıyor. Bu eleştirisi sayesinde adını bu zamana kadar duymayan insanlar duydu (ben de duymamıştım hiç) ve merak etti insanlar (ben hala merak etmiyorum), ve kitapçıya gittiklerine Şavkar Altınel adlı yazar neler yazmış diye kitaplarını alıp okuyacaklar (daha güzel yazarlar varken Şavkar Altınel'in kitaplarının yanına bile uğramam).Oğuz Atay'ı, Tutunamayanlar'ı sevememiş olması gayet doğal, sonuçta herkes sevecek diye bir kural da yok, bunu dile getirmek de insafsızlık olur.


Bunların dışında edebiyat şu hayatta insana gerçek anlamda nefes aldıran yegane şey. Dünya değişiyor artık, sanal dünya üzerinden haberdar oluyorsunuz her şey hakkında. Twitter'da da karşınıza güzel insanlar çıkıyor. Edebiyat üzerine konuşuyorsunuz, bir şeyler paylaşıyorsunuz, güzel şeyler öğreniyorsunuz. Bir çevirmen adayıyla tanıştık (ki ileri için umutluyuz kendisi hakkında, yapacağı edebî çevirileri zevkle okuyacağız) arkadaşlarıyla beraber ortaya çıkardıkları işleri gösterdi. Çok sevindik, beğendik. İnsanların edebiyatla ilgili böyle ürünleri ortaya koyması güzel, hiç olmazsa şu berbat günlerde sizi mutlu edebilecek güzellikler sunup, bir süreliğine de olsa gerçek dünyanın saçma sapan gündemlerinden kopup kurmaca dünyasının sonsuzluğu içine bırakıyorlar. Merak edenler olabilir, açıp bu güzel çalışmayı okumak isterlerse linkini koyalım hemen;

http://ceviribilim.org/evire/evireceviredigital.pdf


Bütün bunların dışında kurmaca dünyası hakkında birkaç kelam edip öyle bitireyim. Malum o kadar eleştir(eme)me üzerine konuştuk. Çok sevdiğim, aslında karamsarlığıyla hayatımın ortasına oturup kalan Şopi(Schopenhauer)'nin Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine adlı kitabında bahsettiklerini yazayım, içimde dolanıp duran bahsetmek istediklerimi özetleyen nitelikte hepsi;





"...ahmaklar için yazanlar her zaman karşılarında geniş bir dinleyici kitlesi bulurlar; okuma zamanınızı sınırlamaya dikkat edin, ve okumak için ayırdığınız zamanı da münhasıran bütün zamanların ve ülkelerin büyük kafalarının eserlerine tahsis edin, onlar insanlığın geri kalanını yukarıdan seyrederler, şöhretleri onları zaten bu hüviyetiyle tanıtır. Okunması halinde sadece bunlar gerçekten bir şeyler öğretir ve insanı eğitir." (s. 43)

"...kötü kitaplar zihin için zehir mesabesindedir, aklı harap ederler." (s. 43)

"En son yazılmış olanın her zaman en doğrusu; daha sonra yazılmış olanın daha önce yazılmış olana göre her bakımdan bir terakki olduğunu; ve her değişimin daima bir ilerleme ve gelişme anlamına geldiğini düşünmekten daha büyük bir yanlışlık tasavvur edilemez." (s. 59) (açıkçası en sevdiğim kısımlarından bir tanesi)

"Toplumda her köşe başında rastladığımız ahmak, beyinsiz insanlara karşı zorunlu olarak gösterilen hoşgörünün edebiyatı da içine alacak şekilde genişletilmesi kesinlikle yanlıştır. Edebiyatta böyle kimseler davet edilmedikleri yere izinsiz giren küstahlar ve ukelalardır, ve burada kötü olana fırsat vermemek iyi olan için bir ödevdir, çünki kötü olanı göremeyen kimse iyi olanı da göremez. Genel olarak ifade etmek gerekirse kökünü toplumsal ilişkilerde bulan nezaket edebiyatta yabancı ve çoğu kez oldukça zararlı bir unsurdur, çünki o kötüye iyi denilmesini talep eder, dolayısıyla bilim ve sanatın hedeflerinin doğrudan hasmıdır." (s. 72)



Okumak Yazmak ve Yaşamak Üzerine bir yazı olmadı biliyorum ama, bundan sonra daha güzel şeyler yazacağım. Daha önce istediğim gibi. Her ne kadar şu günlük meydana gelen olaylar insanda hal bırakmasa da, güzel hissetmek lazım, güzel şeyler yapmak lazım. Yoksa gerçekten şu hayatın çekilecek başka hiçbir tarafı yok.


Not: Güzel şeyler yazacağım deyip de hayatı olumsuzlayan Şopi'den alıntılar yapmam da çok güzel olmuş, nasıl bir çelişki dünyasında yaşıyorum ben? Alın size örnek :)

1 yorum:

uykumgeldiyine dedi ki...

Güzel şeyler yazma isteğimi bile öldürüyor "gerçek dünya". Demişsin.

Kesinlikle hak verdim. Bir de uykumu getiriyor benim...

Yazının genel özeti şu cümleler diye düşündüm...

"Kökünü toplumsal ilişkilerde bulan nezaket edebiyatta yabancı ve çoğu kez oldukça zararlı bir unsurdur,"

Bizler terazinin kantarı ile yıllardır sorun yaşıyoruz. Bir türlü orta yolu bulamadık... Ya muhalefet olduk ya da sahiplenip fazla içselleştirdik. Ortadan bakabilseydik böyle saçma sapan insanlar ortaya çıkıp ahkam kesmezlerdi...

Velhasıl kelam Schopenhauer can'dır.