Sayfalar

14 Eylül 2012 Cuma

Karşıdan Karşıya Geçerken Vasıflarını Yoldan Toplayan Vasıfsız Ördekler

Aslında bir önceki yazıda başlığa ne gerek var demiştim ama bunu derken içeriği de unutmuşum. O yüzden de, bir önceki yazıdaki videoyu açıklayıcı birkaç kelam etmem farz oldu. Videoyu defalarca izledim. Ördeklerin, karşıdan karşıya geçerkenki halleri beni benden aldı. Bir dakika içinde yerimde hop oturup hop kalktım. Arabaların hızla geçerken arkalarında bıraktığı rüzgarla çil yavrusu gibi dağılmalarını gördüğümde içim burkuldu, karşıya varamayacaklar diye üzüldüm. Neyse ki, bu azimli ördekler beni haksız çıkardı. Karşıya sağ salim, tam kadro bir şekilde varabildiler.

Onları izlerken de, aklıma hep kendim geldi. Nasıl gelmesin? Yıllardır çektiğim çileleri, o minicik ördekler 1 dakika içinde özetleyivermişler. Bundan daha uygun gösterecek bir şey olur mu kendimi anlatmak için? Olmaz. Bunun için de; "Nasılsın?" diye soran olunca, doğrudan doğruya bu videoyu gösteriyorum. Nasıl ki ördekler yol karşısına sapasağlam varınca derin bir oh çektiysem, aynı şekilde o sondaki "oh çekme" hali içindeyim.

Bana sonunda oh çektiren güzel sebepler de çok. Son birkaç yıldır karabasan misali üzerime çöken uğursuzluklardan sonunda sıyrılabildim. Şükür ki bu zamanları "isyankar stayla" halet-i ruhiyesine bağlamadan atlatabildim. Sabır çeke çeke sonunda ermiş mertebesine varabilmem an meselesiydi. Ama geride kalan, çekilen onca eziyetin, onca işkencenin insanda bıraktığı yorgunluk da birden bire geçmiyor sanırım. O yorgunluktan bünyede birazcık kalmış olmalı ki, hâlâ tam olarak hafifleyebilmiş değilim. Hafiflemiş derken, artık birkaç yıldır üzerimize bu "değersizlik" hissi nasıl yapıştıysa, anında çıkarabilmek pek mümkün olmuyor.

Son iki üç haftadır art arda güzel haberler aldım. Bu güzel haberlerin böyle art arda patlamasına da alışkın değilim hiç. Bu kadar çok güzel haberi sırasıyla aldığım da olmadı bu zamana kadar. Onun için de hâlâ bu kadar güzel şeylerin hayatımda olabileceğine inanamamaktayım. Sanki olur da yarın, uykumdan uyandığımda yeniden eski sefillik günlerime dönebileceğimi düşünüyorum. Demek ki hayatımızda güzel şeylerin olabileceğini düşünmekten de bu kadar uzaklaştırmışız kendimizi. 

Bu güzel haberler neydi peki? Benim art arda patlamasına kalbimin dayanamayacağına inandığım güzel haberler neydi? 

İlki; yıllardır benim meşhur üşengeçliğimin eseri olan "yıllardır bitmek bilmeyen tez"imin bitmesiydi. 

İkincisi; okuduğum üniversitede çalışmaya başlayacak olmamdı. Sonunda iş-güç sahibi bir insan sıfatına sahip oluyordum. Çevredeki insanlara bir türlü anlatamadığım içinde bulunduğum durum; hiç ilgim alakam olmamasına rağmen insanların sürekli olarak bana kpss denilen sınavla ilgili kazanıp kazanamadığı sormaları; çevremdeki insanların hayatlarındaki tek dert olan benim uzun zamandır çalışmıyor olmam sıkıntısı ve durumumu anlatmamla "hmmm (iç ses: demek ki bir şey olmayacak bu çocuktan)" eşliğinde bakışlar nihayetinde son buluyordu. 

Üçüncüsü; sevdiceğimin bir yıldır kendinden geçercesine çalıştığı kpss sonrası güzel bir puanla, yaşadığım ilçenin kıçının dibindeki başka bir ilçeye atanmasıydı (Aramızdaki mesafe 85 km, insan daha başka ne ister ya la?)

Dördüncüsü; can dostum güzel insan, şiir severlerin pek yakından tanıdığı, nam-ı diğer Orta Yaş Şairlerinin korkulu rüyası, pek sayın Negatif Bey'in de, dört senedir artık insanlıktan çıkarak çalıştığı kpss sonunda iyi bir puan eşliğinde, sevdiceğinin kıçının dibine doğru atanmasıydı.

Şimdi bu dört haber birkaç hafta içinde art arda patlayınca haliyle insan ne yapacağını, ne edeceğini, nerelere gideceğini bilemez hale geliyor. Hâlâ yaşadığımız şoku atlatma gayreti içerisindeyiz. Bu haberleri alınca ilk söylediğim şey; "Ulan bunca yıl o kadar rezillik çektik. Sonunun böyle olacağını bilsem kamyonlar dolusu o kadar küfrü eder miydim ben?" idi. Ama tabi, böyle güzel şeylerin haberini alınca insanda sıkıntı mıkıntı kalmıyor. En azından insanın kafasında yok yere işgal eden kaygılar kalmıyor.

Her şey olması gerektiği gibi. Ne eksik ne fazla. Umarım bundan sonrası da böyle devam eder. Fakat benim kafamı kurcalayan bir iki kısım var (Allah'ından belanı mı istiyorsun lan? diye rahatlıkla sorabilirsiniz burada. Hiç itiraz etmem). Bunlardan biri, yukarıda da dediğim gibi yıllardır artık nasıl bir değersizlik yapıştıysa üzerimize; okula gittiğimde "Emrah Bey" lafını duyduğumda hâlâ alışamamış olmam. İlk gün, okula evraklarımı teslim etmeye gittiğimde insanların bana saygılı bir şekilde davranması, ismimi sonuna bey sözcüğünü de koyarak çağırması falan tuhaf şeylerdi. O ilk günkü yaşadığım şoku hiçbir şekilde anlatamam. Halbuki bunlar ne kadar da normal şeyler değil mi? Gayet anormal şeyler. Benim gibi 27 yaşına doğru olanca hızınızla gittiğiniz vakit ve en az dört senedir olanca rezillikleri gayet güzel çekince, bu durum gayet normal bir şekilde anormal geliyor insana.

Bir diğer husus da, çarşamba günleriyle ilgili. Bundan sonra "kara çarşamba" diye adlandıracağım günler. Sabahın 9'undan gecenin 11'ine doğru uzanan o müthiş günde tam tamına 14 saat derse girecek olmam. Kimse de demiyor ki, bu adam 14 saat dersin üstesinden nasıl gelecek? diye. Oblomov ile kendini özdeşleştirmiş aylak bir adamım. Dahası bu memlekette hiçbir şey olamayan taşra eleştirmeni bozuntusu ünvanına layık görülen iki insandan birisiyim.

Şaka bir tarafa, şikayet de ettiğim yok. 14 saat de olur, 16 saat de olur. Şu sıkıntılı zamanlar geride kaldı, en çok ona seviniyorum. Elimi kolumu bağlayan bir ton gereksiz şey üzerimden kalkıp gitti, bu fazlasıyla yetiyor insana mutlu olmak için. Bonus olarak da sevdiceğimin daha da yakınıma gelmiş olması, bazı planların hızlı bir şekilde gerçekleşmesi için güzel bir sebep. Herhangi ağır bir terslik olmadığı müddetçe en az bir senenin sonunda kendime bambaşka güzel bir vasıf daha eklemiş olabilirim (burada bir gülücük koyuyorum).