Sayfalar

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Bir Sabah Bir Apartımanda Öyküsü ve Bakış Açısı

Sabahattin Kudret Aksal, edebiyatımızda adı çok geçmeyen yazarlarımızdan bir tanesi. Hikayelerinin bir arada toplandığı kitabının adı da "Gazoz Ağacı" (ne kadar güzel bir isim değil mi? Aynı isimli hikayesi de kitabın içinde var, konusu da ilginç. Adının neden Gazoz Ağacı olduğuna da ilerleyen zamanlarda değinebilirim umarım).

Gazoz Ağacı, içinde beni etkileyen hikayeleri barındıran bir kitap. Üstünde durduğum birçok hikaye var fakat benim için kitaptaki en önemli hikaye "Bir Sabah Bir Apartımanda" adlı öyküsü. Bu öyküyü defalarca okudum. Her okuduğumda da ayrı bir tat alıyorum hikayeden. Konusu çok basit aslında, ama konuyu işlemesi çok güzel Sabahattin Kudret Aksal'ın. Hikaye kısaca "Bakış Açısı" konusunu irdeliyor. Bu hikayeyi her okuduğumda, içimde nedense ileride öğrencilerime "Bakış Açısı" nedir diye öğretmek istersem bu hikayeyi okutacağıma dair güzel bir istek doğuyor. "Bakış Açısı" kavramının hayatımızda çok önemli bir yeri var aslında. Buna rağmen de, birçok kişinin sahip olamadığı bir kavram. Bu eksik olduğu zaman da, dünyayı, yaşadıklarımızı kendi gözlerimizden değil, bize anlatılan şekilde, başka kulakların, gözlerin anladığı şekilde öğreniyoruz. Bir de edebiyat dünyasında da çok önemli bir yeri var bu kavramın, özellikle de "romanlarda (kurmaca metinlerde)". Romanda anlatılan konu ya da konular, birçok şekilde dile getirilir. Burada uzun uzadıya anlatacak değilim bu kavramı ama merak edip de okuyup öğrenmek isteyenler, "roman teorileri" konularında kitaplara başvurabilirler. Hatta bir tanesini buraya yazalım anlamlı olsun; "Roman Teorisi - Philip Stevick, çev. Prof. Dr. Sevim Kantarcıoğlu, Akçağ Yay, 2004".

Çok dağıtmadan konuyu, asıl bahsetmek istediğime geleyim. Buradan sonrası, hikaye ile ilgili bilgiler vermektedir. Okumayanlar için uyarayım. Sonra vay efendim biz bu hikayeyi okuyacaktık da sen şimdi anlattın bir önemi kalmadı demesin. Tekrardan uyarıyorum, buradan sonrası "Bir Sabah Bir Apartımanda" adlı öykü ile ilgili bilgiler içerir. Öyle hepsini yazmayacağım tabi ki, onlarca sayfa süren hikayenin neresini yazayım? Sadece konusunu anlatacağım;

"Öykü, bir sabah bir apartımanda, kapıcının 3. numaralı dairedeki Piraye Hanım'ın ölüm haberini, diğer dairelere iletmesiyle başlar. Apartımanda 5 tane daire vardır. Kapıcı ilk olarak 1. daireye uğrar ve Piraye Hanım'ın ölüm haberini, sabah ekmeği ve gazeteleriyle beraber apartıman sakinlerine sırasıyla iletir. Kapıcı gittikten sonra, Piraye Hanım'ın ölüm haberini alan daire sakinlerinin günlük yaşamlarını anlatır bize yazar, günlük yaşamlarının içinde Piraye Hanım'ın ölüm haberinin ne gibi değişikliklere yol açtığını, ve daire sakinlerinin Piraye Hanım ile ilgili anılarını, düşüncelerini aktarır. İlk dört dairede bu ölüm haberi pek umursanmaz. Özellikle evin hanımları tarafından. Yaşlı Piraye hanımın evlenmemiş olması sebebiyle ve gençken çok güzel bir kadın olması ve mahalledeki birçok kişi tarafından (özellikle erkekleri) saygı duyulan bir kadın olduğu için kıskanılır. Hakkında, zaten çok kötü bir kadın olduğu ve iyi ki öldüğü şeklinde şeyler söylenir. Bu ilk dört apartımanda sadece bir adam vardır, Piraye Hanım'ın ölüm haberini alınca üzülen, o da emekli bir konsolostur (konsolos olduğu hakkında emin değilim, kitabı da bulamadım, ama bulunca eğer yanlışsa düzeltirim burayı) ve kendisinden çok genç bir kadınla evlidir. Bu adam ayrıca Piraye Hanım'ın gençliğinden bu yana arkadaşıdır. Kısa bir süreliğine de olsa üzülür, eski günlerini düşünür. Bu ilk dört dairede "bir ölüm haberi"nin insanlar üzerindeki farklı etkilerini okuruz. Bu dört dairede yaşayan insanlar "bir haber"e farklı açılardan yaklaşarak, düşüncelerini dile getirirler. İlk dört dairede yazar "bakış açısı" kavramını çok güzel bir şekilde ele alarak anlatır. Ve en sonunda, kapıcı 5. daireye gider. Kapıyı çalar. Bu dairede de genç bir yazar oturmaktadır. 5. daire dediysek, çatı katı küçük bir daire. Kapıcı yazara Piraye Hanım'ın öldüğünü söyler ve gider. Yazar kapıyı kapatır kapatmaz, küçük penceresinin önüne gelir, bir sigara yakar ve Piraye Hanım'ı düşünmeye başlar. Çok da tanımıyordur Piraye Hanım'ı sadece birkaç kez görmüştür o kadar. Ama yazar bununla yetinmez, Piraye Hanım'ın gençliğini düşünür, ne kadar güzel bir kadın olduğunu, aşıklarını, neden evlenemediğini, günden güne nasıl yaşlandığını, yalnızlaştığını çevresindeki kadınları ve erkekleri...bir bir üzerinde durarak düşünür. Aslında, tanımadığı Piraye Hanım'ın o anda hikayesini yazmaya başlar. Önceki dört dairedeki insanların Piraye Hanım'a bakışlarından çok farklı bir şekilde bakar habere. Biz kalan bu son sayfalarda, ölen Piraye Hanım'ın kurgulanmış hayat hikayesini okuruz genç yazarın dilinden."

Bu hikaye, okuduğum ilk andan itibaren çok önemli oldu benim için. Ve dediğim gibi, ileride birilerine "bakış açısı"nı anlatacaksam, doğrudan bu metni vereceğim. Doğruca öğrenebilmeleri için...

Sonradan gelen zorunlu ekleme: Şimdi okuyup da bakış açısıyla ne alaka diyenler olabilir haliyle. Bu hikayeyi okuduktan sonra sorulması gereken iki önemli soru var bana göre, birincisi neden apartımanda 5 daire var. ikincisi de ilk dört dairede bakış açıları birbirinden farklıyken 5. dairede, çatı katında neden bir yazar oturuyor?

Kare bir masanın ortasına herhangi bir cisim koyalım. ve dört kenarına da dört kişiyi oturtalım. Bu dört kişinin masanın üzerinde gördüğü cismi anlatış şekilleri birbirinden çok farklı olacaktır, masa etrafında oturma düzeni ve cismi görüş (bakış) açılarıyla. ilk dört daireyi buna benzetebiliriz. 5. dairedeki yazar da, bu masanın (dünyanın) üzerindeki her şey gören bir bakış açısına sahiptir (tanrısal bakış açısı). Tanrısal bakış açısı, romanlarda en çok kullanılan anlatım tekniği olması sebebiyle de (hepsinde değil tabi ki, birçoğunda diyorum) yazar, hikayede, apartımanın en üst katında, anlatacağı hikayenin her ayrıntısını gören, duyan, bilen bir kişiyi koyarak tanrısal bakış açısına işaret ediyor.

2 yorum:

negatif dedi ki...

"[Bakış açısı] eksik olduğu zaman, dünyayı, yaşadıklarımızı kendi gözlerimizden değil, bize anlatılan şekilde, başka kulakların, gözlerin anladığı şekilde öğreniyoruz."

Okur temelli eleştiri kuramlarını severim çünkü bu kuramlar okuru eserden ayrı tutmaz. Edebi eser bakış açısı dayatır diye bir şey çıkardım yazdığından. Bir okuyucunun üzerine vazife olan en temel şey kendisi dışındaki bakış açısılarıyla gösterilenlere (göstermek ne kadar sığ bir sözcük oldu) kendi bakış açısıyla bakmaktır. Eser de buna ihtiyaç duyar.

Postmodernizm buna bir çözüm buldu (Çözülmesi gereken bir sorun muydu bu?). Okuyucunun bakış açısını da yazdıklarına katmaya çalışan bazı yazarlar var, okuyucularının yerine düşünme, anlamlandırma çabasıyla onlara 'çeşitlilik' sunduklarını düşünüyorlar. Tembelleştirme görevi üstlenmişler. Okuyucuya bir şey bırakmayan eserleri sevmem bu yüzden. Buna postmodernizmi sevmem de diyebilirim. Yine de tümden söküp atamıyorum, çünkü bazen eğlenceli olabiliyor.

Okuyucunun da bakış açısı olmalı. Okuyan okuduğunda kendini var edebilmeli. Bunu başarabilen öyküler ve okuyanlar ne güzeldirler.

Buket dedi ki...

ben okuyayım bu kitabı, merak ettim.