Sayfalar

29 Şubat 2012 Çarşamba

Doğmuşum doğmamışım veya "Sinek Isırıklarının Müellifi" üzerine

24 Şubat malum, bu insanın dünya üzerinde ilk izlerini bırakmaya başladığı gündü. Bazen böyle kendimizden başka bir insanmış gibi bahsetmek güzel oluyor, cümle içine türlü artistlik havalar katınca tadından yenmeyen kıvama erişiyor.

Bu doğum günleri bizim için önemli mi önemsiz mi hala ayrımına varamadım. Ama bu günlerde bir Negatif aforizmasını hatırlamadan olmaz;

"Doğmuşum, doğmamışım umrumda değil!"

Bu aforizmayı gün boyunca tekrarlamak bizim için bir nevi ayin niteliğine erdi. Kendimizi rahatlatmak ya da daha fazla sıkmak için biçilmiş kaftan. Derinliğinin içinde boğulabiliyoruz.

Bu önemli mi önemsiz mi hala çözemediğim doğum günlerinin yanında bir de kitaplar var. Artık ben mi fazla abartıyorum, yoksa hayatın bana oynadığı güzel cilveler arasında yerlerini mi alıyorlar yine bilemiyorum (bilemediğim ne çok şey varmış benim) ama hayatımın belirli dönemlerinde okuduğum öyle kitaplar var ki, beni beynimden vuruyorlar. Yaşadığım an içinde, sanki bir kurtarıcı edasıyla çıkıp gelen bu kitaplar, okuduğumda, o anlarla özdeşleşiyorlar adeta. Bunu ben her yerde, her fırsatta dile getiriyorum; Hermann Hesse'nin Narziss ve Goldmund adlı kitabını 18 yaşımda okumuştum ve hayatımı baştan başa değiştirip şekillendirmişti. Okuma serüvenimi körükleyen, beni bambaşka dünyalara götüren anın başlangıcıdır.

Senelerdir, nice yazar, nice kitap geldi geçti. Aralarda benim için hala bir "anların işaretleri" olan kitaplar var. Benim için önemli olan bu kitapların adlarını hatırladığımda, kitabı okuduğum zamanki hallerim olduğu gibi gözlerimin önüne geliyor hep.

Bunlardan en sonuncusu da, şu 20'li yaşları terketmeye yüztuttuğum bu zamanlarda, hayatın güzel bir cilvesi olarak karşıma çıkan, Barış Bıçakçı'nın Sinek Isırıklarının Müellifi adlı kitabı. Barış Bıçakçı'yı uzun zamandır okumak istiyordum. Bir türlü fırsat olmamıştı. Kısmet de, doğum günümde, hem de bir otobüs yolculuğunaymış. Otobüs kalkar kalmaz, kitaba gömülen başım, otobüs İzmir otogarına vardığı zaman kalkabildi. Kitabı okurken aklımdan geçen sadece şuydu; "Barış Bıçakçı, roman yazma işini çözmüş". Gayet basit, insanı hiç yormayan ama kitabı bir an bile bıraktırtmayan bir üslup. Gayet basit bir konu, gayet güzel bir üslupla anlatılmış. Ve, yer yer benim bu zamana kadar son dönem romanları ve yazarları üzerine düşündüğüm birçok konuda, benimle hemfikir olan cümleler. Barış Bıçakçı da, son dönem romanlarında aforizma bolluğundan şikayetçi. Romanlar sadece aforizmalar için yazılmış. Ama ortada bir roman yok. Bol bol aforizma. Bu cümleleri okudukça aklıma hep nedense(?) Hakan Günday ve romanları geldi (sevenleri sakın alınmasın). Kitap, sinek ısırıklarına benzer acıları anlatıyormuş gibi yapıp aslında çok derin yaralara dokunuyor.

Kitabı zevkle okurken, öyle bir sayfa geldi ki; otobüste oturduğum koltukta yığılıp kaldım. Kelimeler resmen yumrukladı beni (bu yumruklamalı anlatımlara da bayılıyorum ama daha uygun bir anlatım bulamadım durumuma). Sayfadaki cümleleri okuyup bitirdiğimde, abartısız bir 10 dakika, otobüsün camından akıp giden görüntülere dalıp, kendime gelemedim. Öyle cümlelerdi ki, benim şu 20'li yaşları terketmeye yüztuttuğum bu günlerde, sanki ben göreyim diye oraya konmuş gibiydi. Böyle olunca da, geçen senelerimi yeniden ve yeniden gözden geçirmeden olmazdı. Bu cümleler öyle bir kazındı ki aklıma, hayatım boyunca unutabileceğimi hiç zannetmiyorum. Hayatımın 25-30 yaş aralıklarını hatırlamak için, şu aşağıdaki cümleleri hafızama kazıdığı için Barış Bıçakçı'ya ne kadar teşekkür etsem az. Romanın kahramanı Cemil'in, genç Cemil ile karşılaştığı o anlarda, sayfalara dökülen cümleler aynen şöyleydi;



"Cemil, genç Cemil'in elinde silah olup olmadığına bakmıştı, çünkü yıllar önce okuduğu Rene Char'ın Seçme Şiirleri'nin önsözünde geçen şu cümleyi unutamıyordu: "Kırk yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz."
Böyle bir cümleyi okuyup yıllarca aklınızda tutuyorsanız zaten ölüyorsunuz demektir.
Silaha gerek yok."
(Sinek Isırıklarının Müellifi - Barış Bıçakçı, İletişim Yay. 2011, s. 65)