Sayfalar

17 Eylül 2011 Cumartesi

Koca evrende ne kadar da küçüğüz değil mi cüliyet?

Geceleri balkonda sigara içmeyi severim ben. Hele ki hava açıksa, gökyüzünü izlemenin tadı başka oluyor. Yıldızları, koca sonsuzluğa bakıp da olmadık şeyler düşünmek, benim için hep güzel oldu. Garip garip şeyler düşünüyorum, sigaram bitiyor bazen, bir yıldıza takılıp kalıyorum, benden ne kadar uzakta olduğunu düşünmeye çalışıyorum. Çok zaman öldü de, ışığı daha yeni mi ulaşıyor bize diye binbir türlü şey. Orada yaşayan insanlar var mı vs. Ama tabi sonradan, edindiğim bilgilere göre bazı şeyleri yanlış düşündüğümü öğrendim. Onu daha sonra anlatacağım. Uzun zamandır da bir şeyler yazamıyorum. Bir şey yap(a)mama hastalığım yeniden nüksetti. Birkaç aydır beynimi köreltmekle meşguldüm ama yetti artık dedim. O da çok ayrı bir mevzu.

Şu yukarıda gördüğünüz fotoğraf, evrenin bir parçasını teşkil ediyor. Bunların içinde, milyarlarca galaksi arasından samanyolu galaksisi içindeyiz. Şimdi, bu herif bunları niye anlatıyor diyebilirsiniz. Merakınız dinmediyse okumaya devam ediniz efendim. Hemen hemen her gece maruz kaldığım duyguyu açıklamaya çalışıyorum burada ben. "Ne kadar da küçüğüm" duygusunu. Sonsuz boşluğu düşündükçe, milyarların milyarlarla çarpımı sonrasında ortaya çıkan evrenin herhangi bir noktasında, herhangi bir galaksisinin içindeki, herhangi bir yıldız sistemi içerisindeki, bir gezegende noktadan bile daha küçük bir yer kapladığım duygusunun üzerime uyguladığı baskısını anlatmaya çalışıyorum. Aklınızda birazcık da olsa yer edebilmesi için fotoğraflar anlatayım biraz. Samanyolu Galaksisi yaklaşık 400.000.000.000 (Dört yüz milyar) "yıldız" barındıran bir galaksi. Yıldız dediğimiz, içerisinde güneş olarak adlandırdığımız yıldıza benzeyen yıldızlar. Bunların etrafındaki gezegenleri de içerisine kattığımızda rakam daha da büyüyor sanırım. Ve biz bu galakside, dış kollarından birisinin üzerindeyiz.

















Gördüğünüz gibi, Güneş sistemimiz, galaksinin dış kollarından bir tanesinin üzerinde. Yani aslında, biz Samanyolu Galaksisi'nin ortalarında değil de, dışına doğru bir yerdeyiz. Bir de daha yakın bir zamanda öğrendiğim bir gerçek var. Üzülmüştüm, ilk öğrendiğim zamanda. Biz geceleri gökyüzüne baktığımız zaman. Evrenin tamamını değil de, aslında Samanyolu Galaksisi'nin bir kısmını görüyoruz. Yani gökteki izlediğimiz yıldızlar, evrenin geri kalanındaki değil, bizim içinde bulunduğumuz Samanyolu Galaksisi'ndeki yıldızlar. Yani, ışıksız bir gecede, gökyüzünü kaplayan o kum gibi yıldızlar, samanyolundaki yıldızlar. Koca evren değil yani. Çok üzülmüştüm, ama ona rağmen bile insanın aklını başından alıp, büyülemeye yetip artıyor.


Ve büyük patlamadan itibaren, milyarlarca yıldır bu koca evren genişliyor. Sonsuzluğun içinde, daha da küçülüyoruz her geçen saniye.













Gökyüzünü her gece izledikçe, aklıma ilk gelen şey "Otostopçu'nun Galaksi Rehberi" kitabı. Okumadıysanız, bir an önce, gidip 5'i 1 yerde cildini alıp okumanız gerekiyor. Neyse ki ben çok şanslıyım, sevdiceğim zamanında hediye etti bana, o kadar ağlayıp zırlamalarıma dayanamayarak. Gözüm gibi bakıyorum o kitaba. Üzerinden aylar geçti, kitabı hala bitirmedim. Bitirmemek için de uğraşıyorum. Aklıma geldikçe ara ara açıp okuyorum, bitmesin diye. O kadar eğlenceli bir kitap ki. Kitabın ortaya nasıl çıktığına da değineyim biraz. Muharriri (yazarı yani) Douglas Adams, gençliğinde, otostopla bütün Avrupa'yı dolaşmaya karar verir. Bunu yapar da. Bir gece, yol kenarında, fazla alkolün de etkisiyle sızar kalır. Sızmadan önce de, gökyüzüne bakarak, "Evrende, galaksilerarası otostop yaparak dolaşan birisinin hikayesini yazsam nasıl olur?" fikrini düşünür ve sızar kalır. Bu fikrin üzerinden 5-6 yıl kadar geçtikten sonra, Douglas Adams, bir gece yol kenarında sızıp kalmadan önce düşündüğü şeyi birden hatırlar ve yazmaya başlar. Önce radyo oyunu olarak yazdığı bu metinleri genişleterek 5 ciltlik mükemmel bir eser haline getirir. Birkaç yıl önce filmi de çıktı. Kitabını okuyamam derseniz, filmini de izleyebilirsiniz. Ama unutmayın ki, o fazlasıyla komik üslubu filmde bulamayacaksınız. Hayal gücünün sınırsızlığını, sonsuz evrende nasıl işleyebildiğinin bence en güzel kanıtıdır bu kitap. Spoiler vermek gibi olmasın ama,

"kahramanımız dünya'da yaşarken, yakın bir arkadaşı aslında uzaylıdır. Ve dünya 'galaksilerarası yapılacak bir yol' yüzünden evreni yöneten Vogonlar tarafından yıkılmasına karar vermiştir. Dünyayı yokederler ve macera bundan sonra başlar. Kahramanımızdan birkaçı evrenin sonuna bile giderler. Evrenin sonunda, evrenin yokoluşunu ve yeniden varolmasını izlerler. Bu evrenin sonunda bir restoran vardır, evrendeki farklı galaksideki canlılar buraya gelerek (ve daha öncesinde rezervasyon yaptırarak) burada evrenin yokolduğu anı izlerler. Peki nasıl izleyip de ölmüyorlar diye sorabilirsiniz. Onu da kitabı okuyun öğrenin derim ben de. Bunun gibi bir sürü ilginç, komik, ayrıntılarla bezeli birçok hikaye, gezegen, robotlar, yaratıklar var."

İşte bu kitap yüzünden, her gece sigara içerken, gökyüzüne baktığımda, otostop çekip bambaşka galaksilere gittiğimi hayal ediyorum. Gerçi, olduğum yerde hareket bile edemiyorum, daha şehirlerarasında gidip gelemiyorken bu galaksilerarası deyip de komik olma diyebilirsiniz haliyle. Ama hayal etmenin anlatılmaz tadı burada devreye giriyor işte.

Bir de uzaylılara (aslında biz de uzaylıyız mantık açısından değerlendirdiğimizde. uzayın içindeyiz yahu, uzaylı değil miyiz biz?) değinmek istiyorum. "Cosmos" adında bir belgesel var, Carl Sagan adında rahmetli bir amcanın hazırladığı. Orada Carl Sagan'ın bahsettiği şuydu;

"Evrende milyarlarca galaksi var, ve bu galaksilerde milyarlarca yıldız. Evrende, şayet, bizden başka canlılar varsa, bu sonsuzluğun içerisinde gelip de dünya adındaki gezegeni bulmaları çok zor olmaz mıydı? Evreni araştırmak bile milyarlarca yıla tekabül ediyorken, nasıl bulabilecekler bizi"

gibi şeyler söylemişti. Bunu, evrendeki insandışı varlıkların varlığını olumsuzlamak için değil, aksine o da inanmak istediğini söyledi. Ama bu canlıların gelip de bizi bulmasının neredeyse imkansıza varan olasılığından bahsetti.

Dünya üzerindeki binlerce yıllık geçmişimize rağmen, sonusz evren hakkında bildiklerimiz, bilmediklerimizin yanında neredeyse bir hiç. Ve işin en acı tarafı da, Carl Sagan'ın Cosmos belgeselinin ilk bölümünde bahsettiği gibi, zamanın belirli dilimlerinde, insanlığın gelişmesi türlü nedenlerle sekteye uğrar. Bunun en can yakan kısmıysa, Mısır'daki İskenderiye Kütüphanesi'nin yakılıp yıkıldığı zamandır. Milyonlarca kitap yakılmış, kütüphane yerle bir edilmiştir. Ve bu kütüphanenin yokedilmesinin ardından, insanlık 2000 yıl geriye gitmiştir. Türlü bilimsel araştırmaları içeren kitaplar, gökyüzü incelemelerini içeren kitaplar ve dahası. Yokolup gitmiştir. Carl Sagan, anlattığı bu kısımda öyle bir ruh haline büründü ki, ağlayacaktı neredeyse. Düşünsenize, o kitaplar, bilgiler günümüze kadar gelebilmiş olsaydı, bambaşka bir durumda olacaktık. Ve şu anda bildiklerimiz, ya da bize öğretilen yalan, yanlış bilgiler hiç olmayacaktı bile. Bunu, o kütüphanedeki bulunan kitapların hepsi doğruyu anlatıyordu diye demiyorum. Bunu nasılsa hiç bilemeyeceğiz. Ama o bilgiler bize ulaşsaydı, şu anda olmadık şeyleri tartışıyor olmayacaktık.

Bazen evrene dönüp bakmayı denemek, insana gerçekten de fazlasıyla "küçüklük" duygusu yaşatıyor. Bu küçüklük ve sonsuzluğun ortasında terkedilmişlik hissi olmadık sorulara yöneltiyor insanı. Arada bir dönüp gökyüzüne bakmak lazım. Aslında zannettiğimiz gibi, hiç de "büyük" olmadığımız; koca sonsuz evrenin herhangi bir noktasında, aslında hiç de önemsenmeyecek derecede bir yer kapladığımızı farketmemiz gerekiyor. Ve dahası, dünya dönüyor, yıldızlar dönüyor, galaksiler içindeki yıldızlar birlikte dönüyor, evren her geçen saniye büyüyor. Evren her geçen saniye büyüdükçe, biz de inadına her geçen saniye daha da küçülüyoruz koca sonsuz evrende.

Not: Merak edenler için, Carl Sagan'ın 13 bölümlük Cosmos Belgeseli'nin linklerini vereyim. Tabi internetinizin sınırsız olması lazım :). 13 bölüm ama, fazlasıyla güzel bir belgesel. 13 bölümü de izledikten sonra gerçekten, dünyaya ve evrene bakışınızda fazlasıyla değişiklikler yaratıyor.

bölüm 1 - kozmik okyanusun kıyıları:
http://www.megavideo.com/?v=rszd1vvn

bölüm 2 - kozmik arayışta tek ses:
http://www.megavideo.com/?v=sn88ylqp

bölüm 3 - dünyaların uyumu:
http://www.megavideo.com/?v=y15gn3ko

bölüm 4 - cennet ve cehennem:
http://www.megavideo.com/?v=zg49pzof

bölüm 5 - kızıl gezegen hülyaları:
http://www.megavideo.com/?v=sfd6kj6y

bölüm 6 - seyyahların öyküleri:
http://www.megavideo.com/?v=kl1cwib6

bölüm 7 - gecenin belkemiği:
http://www.megavideo.com/?v=i41wf6h4

bölüm 8 - uzay ve zaman yolculukları:
http://www.megavideo.com/?v=jx16ttxw

bölüm 9 - yıldızların hayatları:
http://www.megavideo.com/?v=qdtuxzo0

bölüm 10 - sonsuzluğun sınırları:
http://www.megavideo.com/?v=mfsigdnb

bölüm 11 - anıların ısrarı:
http://www.megavideo.com/?v=2d5j7xlh

bölüm 12 - galaktik ansiklopedi:
http://www.megavideo.com/?v=y1vp1zzu

bölüm 13 - kim yeryüzü için konuşuyor?:
http://www.megavideo.com/?v=05grwepm

13 yorum:

liesl dedi ki...

sana inanmıyorum, bundan daha 2 gün önce anneme anlatmaya çalıştığım ve son yıllarda hep aklıma takılan şeylerden bahsetmişsin yazında, yoksa ruh eşi miyiz emrah?:)

o değil de bu "küçüklük" duygusu beni ele geçirdi, evren için bizim sadece bir bakteri komünü olduğumuzu filan düşünmeye başladım, saçmasapan di mi çiko?? :)

Uyumayan Ses dedi ki...

otostopçunun filmini izledim, öncesinde de bilgim vardı az çok arkadaşım anlatmıştı, fakat ismini yeni duyan insan için bence kitabını okumak daha iyi olur. zira ben kitabını okumak isterdim. şimdi bilgi sahibi olunca kitabı okuyamıyorum. anlatılana göre kitap filme iki üç tur bindirirmiş. neyse beyaz havlularımızı yanımızdan eksik etmeyelim :)

yazı hakkındaki genel yorumum ise: we are no more than stardust.

bu koskoca evrende küçücük bir noktayız, bunu da ancak yıldızlara baktığımızda hissediyoruz. onlar aslında bize ne kadar da yakınlar, ama bir o kadar da uzaklar.

abuk dedi ki...

valla bilmiyorum da çikooğ benim her gece aklıma geliyor bu lanet şeyler :) anneme anlatmayı denedim ben de, kadıncağız yazık çok fena oldu ilk başta. ama görsel şeylerle destekleyince aklı yattı gibi oldu :)

bakteri olsak yine iyi çikooğ en azından bir işe yarıyorlar da biz insanı düşününce "ne işimiz var lan bizim burda" diyesim geliyor hep. bu küçüklük akıllara zarar çikkkooğ :))

abuk dedi ki...

@uyumayan ses, ben de ilk filmini izleyenlerdenim aslında :) filmini izledikten sonra kitabından haberdar oldum, uzun bir süre alamadım kitabı bir ara 70 lira mıydı neydi neyse ki sonradan fiyatını düşürdüler 5'i 1 yerde 24 lira gibi bir şeydi. kız arkadaşıma ağladım sızladım zorla hediye ettirdim. ama kitabını okuyunca gerçekten filminin hiçbir şey olmadığını anlıyor insan. nice komik ayrıntılar var. ama biz yine de dediğin gibi yanımızdan beyaz havlularımızı eksik etmeyelim :)

bazen bu noktadan bile küçük olduğumuz gerçekği korkutuyor insanı.

liesl dedi ki...

ahahah demek ki neymiş annelere böyle şeylerle gelmiyomuşuz :))
bahsettiğimde benimki "bana bunlarla gelme" bakışı fırlattı çiko, ben de sindim, sustum, hiç bi zaman anlaşılmayacak çağının ötesindeki insanları anlar gibi oldum, kafama terlik yemeden uzaklaştım. :)

bilge dedi ki...

abuk'un dönüşü! süper:)

yazı çok güzel olmuş, bilmediğim bir sürü şey öğrendim, Otostopçunun Galaksi Rehberi kitabını okuma isteğim arttı bir de.

yalnız niye böyle şeyler hayal ediyorsun demeyiz, zira "herkes düşlerinin büyüklüğü kadar özgürdür". sen hayal et belki bi gün gerçekleştirirsin kim bilir? :)

tekrar, eline sağlık.

negatif dedi ki...

biz küçüksek kabuksuz sürüngenler ne yapsın? onlara yazık değil mi?

küçük insanın bütün evreni yok edebilir. insan türü bana böyle pis, böyle lanet görünüyor.

kaos.

düşündüklerini arada ben de düşünüyorum yıldızlara bakarak (en azından bir kısmını). bunları geçelim. benim için asıl önemli olan yap(a)mama kısmı ve gecenin (sabahın) üç buçuğunda hala uyumamış olman. üzerime vazifeymiş gibi söyleyip durduğum şeyler bence evrendeki boyutlarımızdan çok daha önemli. bir dizi küfürler eşliğinde tekrar söylüyorum: adam ol lan!

bugün bir şeyler yapacağız. unutursan lanetliler listesinde ikinci sıraya koyarım seni.

alter ego dedi ki...

galaksiler, evren filan naaptın abi sen. bunlar düşünülecek şeyler mi allasen. çek sigaradan bir fırt, üfle dumanını şöyle samanyoluna doğru tamamdır. senin evrendeki yerin budur yani :)

bu tür belgesellerin yanında bir de insanın biyolojik olarak nasıl var olduğunu anlatan belgeseller var. 250 milyon spermden 1 tanesi gidiyor yumurtayı döllüyor, yumurtada acayip şeyler oluyor ve insan oluşuyor filan akıllara zarar yani. onları izleyince de tam tersi bi tesir oluyor. ulan ben neymişim be diyorsun. içimizde ne galaksiler varmış da haberimiz yokmuş diyorsun.

çok pis imana geldim bak şimdi. cuma namazı hangi gün la?

nomen dedi ki...

Sonsuzlukta sonlu bir varoluşun kıvranmaması ne mümkün! Bu duygu durumunu sahiden çok iyi betimlemişsiniz.

Linkler için ayrıca teşekkürler...

Elinize sağlık; "bana da olmuştu" çizgisindeki yazınız, bir miskallik toz parçası olmanın bilincine hiç değilse yalnız olmamaklığı ekliyor:Etraf toz-duman!

Pho.to.troph dedi ki...

fen ilmine ömrünü vakfetmiş biri olarak bu konu beni hayli ilgilendiriyor. hiçlik duygusunun insanı nihayette ulaştıracağı çok büyük kazançlar var. kendi cürmünün yaktığı alanın hesabını yaptığında insan eseflenmede, büyüklenmede ne kadar haksız olduğunu da fark ediyor. derste bütün sınıflara, hem de projeksiyon teknolojisiyle etkililiği artırarak izlettiğim bir video var. himalayalar'dan başlayıp giderek sonsuza uzanan makrokozmosun temsili gösterimi. yaklaşık on dakikalık film bittikten sonra çocukların gözlerine bakıp o düşünceli hale şahit olmak çok farklı bir şey. bu kadar büyük bir evrende bu kadar küçük bir varlık olmanın getirdiği hiçlik duygusunu tadarak, belki tevazuya giriş kapısını aralayacaklar diye geçiriyorum içimden.

abuk dedi ki...

@bilge, ben demiştim dönüşüm muhteşem olacak diye:P şaka bir yana arada insanın canı bir şey yapmak istemiyor kitap okumak,yazmak da nasibini alıyor bundan. ama "otostopçu'nun galaksi rehberi"ni hemen okumalısın gerçi boğaziçi'nin kütüphanesinde nice kitapları çalma isteği uyanıyordur sende şimdi:P

@negatif; bence kabuksuz sürüngenlere hiç girmeyelim. yazık zaten minicik dünyaları var, zor yaşam şartlarına sahipler. bir de siz çok küçüksünüz lan dediğimizde üzülebilirler. onun dışında bir şeyler yap(a)mama hastalığı arada nüksedici dikkat etmek lazım.

@alter ego; bu zamanlarda sigaradan bir fırt çekmek de çok zevkli oluyor dediğin gibi benim yerim o anda o balkonda sigara içerken kapladığım bilmem kaç cm(2) alan. türlü sorular tabi ki. insanın içinde bile nice galaksiler var. biz küçüksek, bizden küçükler ne oluyor o zaman diye sorası geliyor insanın. kalk cuma'ya git gündüz arın gel azcık, günahların dağ oldu.

@nomen; teşekkür ederim yorum için. bir miskallik toz parçası olmanın getirdiği bilinç, yalnız olmadığımızı gösteriyor bazen. ne kadar yalnız, küçük hissetsek de aslında hepimiz bu koca evrenin birer parçasıyız. sanırım bunu hissedince de o insanı boğacak dereceye gelen küçüklük duygusu yokoluyor biraz. toz-duman'dan, kaostan düzene doğru.

@bahtiyaaar; teşekkür ederim yorum için. öğrencileriniz, yaşattığınız bu deneyim için çok şanslı hissetmeliler kendilerini. ortaokulda lisede bize bu evrenin sonsuz muhteşemliğini güzelce anlatabilecek bir öğretmenimiz olmadı. o yüzden de fizik, kimya ve biyoloji konularında hep cahil kaldım biraz. ama insan kendisinden başlayarak, çevresini, dünyayı evreni merak etmeye başlıyor bazı zamanlarda. kendinden başlayarak şahit olduğu bu öğrenmeler, belki daha önce hiç sahip olmadığı "tevazu"ya sahip olmasını sağlıyor dediğiniz gibi. mikrokozmos'tan, makrokozmos'a uzanan evrende, evrenin her yerinde değişmeyen bir şeyleri görmek şaşırtıcı gerçekten.

Callieach Bheur dedi ki...

Bir de Doctor Who vardır kii :)

abuk dedi ki...

Doctor Who'yu çok anlatıyorlar, bir izlemek nasip olmadı ama en uygun bir zamanımda izleyeyim en iyisi :)