Çok uzun zaman oldu Golden Viginia tütünü yüzü görmeyeli. Bu zaman dilimi içinde başımdan neler geçti, neler meydana geldi tam olarak toparlayamasam da, Golden Virginia tütünü lezzetinin eksikliğini hissetmiyor değilim.
Hayatım çok güzel, keşke herkesin hayatı bu kadar güzel olsa, kuşlar böcekler, börtüler böcekler gibi cümleler kurmayacağım. Bir şeylerin üzerine basa basa (ve aynı zamanda tekrar tekrar) söylendiği zaman istemsiz bir şekilde şüpheleniyorum. Bu istemsiz haller beni olmadık düşüncelere sürükler her zaman. Benim hayatım olması gerektiği gibi. Ne çok güzel ne de çok berbat. O yüzden gereksiz anlatımlardan kaçınmaya çalışıyorum. Ne sürekli hayatın güzel olduğundan ne de berbat olduğundan dem vurmak hoş olmasa gerek.
Pazartesi günü sabahın köründe işe giderken, kampüsün girişinde bir öğrenci dolmuşunu devilmiş halde görmem... Dolmuşun yanından arabayla yavaşça geçerken yerde yatan iki öğrenciye müdahale edildiğini görmem... Bir iki saat sonra ise, bir öğrencinin vefat ettiğini haber almamız... Akşama kadar türlü düşüncelere gark eylemem...
Akşam başka bir okuldaki derse yetişmek için çıktığımda, kontağı çevirince arabanın aküsünün bittiğini farketmem (Sabahki olayın şokuyla olsa gerek farları açık unutmam yüzünden oldu sanırım. Sabahın köründe bizim okulun kampüsün etrafı sislerle çevrili oluyor her kış). Bir saate yakın çevreden akü kablosu bulmaya çalışmam... En sonunda fakültedeki bir teknikerin yardımıyla aküyü şarj edebilmem ve nihayet yola çıkabilmem... Diğer okula derse giderken yolda geçen 45 dakika boyunca bir sürü şeyi düşünmem...
Sanırım hayatımın en uzun günlerinden birisiydi (Gün Uzar Yüzyıl Olur- ya da Gün Olur Asra Bedel adında bir kitap da var hatırlatırım)...
Bunların dışında hala uzun saçlı öğrencilerim mevcut (2-3 tane de olsa şükür ki var). Ve bu öğrencilerle yine dalga geçiyorum. En son bir tanesine "Saçlarını kestirmezsen derse almam, dersimden de kalırsın. Ayar oluyorum ben uzun saçlı erkeklere." diyerek çok ağır tehditler ettim. Yazık, az daha ruhunu teslim ediyordu karşımda. Daha fazla uzatıp işkencesine işkenceler katmadan aldım gönlünü haliyle.
Bir de tabi ömr-ü hayatımda gördüğüm en teknolojik sınıftan da bahsetmeden geçmek olmaz. Arkadaş ben böyle sınıf görmedim... Yazılım Mühendisliği diye bir bölüme derse giriyorum. Sınıfta herkesin önünde ya bir laptop, ya bir ipad, ya da en olmadı en akıllısından telefon mevcut. Ben ders anlatırken, sınıfta oluşan yoğun "tıkır tıkır tıkır" gibi tuş seslerine ilk hafta oldukça yadırgadım. İlk başta ne olduğunu bile anlamamıştım. Online oyun mu oynuyorsunuz lan orda alenen? diye çıkıştığım da oldu. Sonra bir baktım pek sevgili öğrencilerim, ne anlatıysam not alıyorlarmış. Nutlum tutuldu haliyle. Zehir gibi çocuklar.
Ve hala tabi, yılların değişmez bir yazgısı olarak ödevler.
Bu aralar, 2. Meşrutiyet döneminde çıkan Eşek adında bir mizah dergisini Latin harflerine aktarıyorum. Çok eğlenceli bir dergi. Adamların mizah yeteneğine hayran kalmamak elde değil.
İttihat ve Terakki'ye çok pis geçiriyor. Öyle böyle değil. İlerleyen zamanlarda umarım bununla ilgili geniş içerikli bir yazı da yazabilirim.
Bu kadar saçmalamamın bir amacı var tabi ki. Şu şarkıyı dinliyorum ne zamandır. Her dinlediğimde sevdiceğimle olasım geliyor. Alıp alıp fırlatıyor beni uzaklara, öyle böyle değil.
O değil de, çöp adamlardan (adam mı insan mı? çok mu fazla "seksist" konuştum yoksa? o_O - ha adam ha kadın ha insan. Hepimiz aynı değil miyiz azizim?) inanılmaz sanat icra ediyorum. Paint üstüne kimseyi tanımam. Delice sanat yapıyorum paintte. Bir duyarlı sanat olarak paint adlı bir konuşma yapacağım.