Sayfalar

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Saatiniz var mı?

Hepimiz sosyal yaratıklarız, en azından buna mecburuz (aramızda ben insan değilim diyenler varsa, çıksın açıklasınlar bir bir, sosyal değilim ben deyip ardından, "kahrolsun insan sosyalliği" diye slogan atmanızı bekliyorum). Evde, yolda, okulda, işte mecburen iletişime geçiyoruz insanlarla. Hiç olmazsa "bir şey sorma" mecburiyeti içerisine giriyoruz.

Yolda, sokakta, caddede dolanırken, bir yeri arıyorsam veya herhangi bir şey soracaksam yapacağım ilk iş; "sorumu soracağım kişiyi seçmek"tir. Bir kişiye soru sorma işinin en zor kısmıdır. Onlarca, yüzlerce insan arasından hangisini seçeceğim? Hangisi benim soruma cevap vermek isteyecek? Ya da seçeceğim insan soracağım soruyu biliyor olacak mı? gibi onlarca soru geçiriyorum kafamdan. En az 5 dakika soru soracağım insanı seçmek için uğraşıyorum.

Evet, sonra onlarca insan arasından bir tanesini gözüme kestiriyorum, yaklaşırken dua ediyorum tabi ki, lütfen soracağım yeri/şeyi biliyor ol, ne olur! diye. Yaklaşırken asıl kısım başlıyor işte. O kısacık an içinde, beynimi kızıştıracak onlarca soru üşüşüyor yine.

- "Sorumu nasıl soracağım?"
- "Ses tonumu nasıl ayarlamam lazım?"
- "Acaba soru sorduğumda tepkisi ne olur? Küçümseyerek, alaycı bir şekilde mi cevap verecek?"
- "Aptal gibi görünmemeliyim"
- "Offf, tamam sorup geçeceğim işte, yormayın beni daha fazla. Alt tarafı "afedersiniz, şu yeri arıyorum ne tarafta?"
diye soracağım.

Tek bir cümle için, çektiğim sıkıntıları görüyor musunuz? Alt tarafı bir soru soracağım bir insana. Niye bu kadar sıkıntı çekiyorum? Çünkü çok sosyaliz hepimiz.Ve birbirimiz üzerinde düşüncelere fazlasıyla önem veriyoruz.

Bugün de Negatif Bey'le çarşıya giderken, karşıdan bisiklete binmiş bir adam geldi, yanımızda durdu ve aynen şöyle sordu;

- "Saatiniz var mı?"

Saati söyledik. Saniyeler içerisinde gerçekleşti bu olay. Ama bu olay burada bitmiyor tabi, asıl bundan sonra başladı. Biz saati söyleyince bize soru soran adam, 5 saniye içerisinde bütün hayat hikayesinden bir kesit anlattı;

- "Ya benim telefonum bozuk, tamircide kaldı, o yüzden saatim de yok. Annem de hasta yatıyor, yanına yetişmem lazım...."

Adamı 5 saniyeliğine de olsa dinledik. O 5 saniye çok önemliydi. Tanımadığımız, bilmediğimiz bir insan bize o 5 saniyede hayatından bir kesit sundu. Bir 5 saniye daha beklesek kim bilir neler anlatacaktı bize. Sonra teşekkür ederek, bisikletiyle uzaklaştı, gitti. O andan sonra, adamın bize yaklaşırken, kim bilir neler düşündüğü, sadece "saatiniz var mı?" sorusunu sormak için kafasından hangi ihtimalleri kurup yıktığı ve en sonundaysa, hiç ummadığı bir şekilde, bize soru sorduktan sonra saati sormasının nedenlerini sıralaması aklıma geldi. Gülümsedim o an, çünkü ben de böyleyim. Tanımadığımız, bilmediğimiz kişilere bir soru sormadan önce neden bu kadar çekiniyoruz? Neden tek cümlelik sorular için kafamızda dünyaları kurup tekrardan yıkıyoruz? Oysa çok basit her şey. Soruyu sorup, cevap alacaksın.

Basit gibi görünüyor ama öyle değil. Sanırım birçok insan da benim gibi. Bir soru sormadan önce, dünyaları kuruyoruz kafamızda ve sorduğumuz anda hiç ummadığımız şeyler oluyor. Ummadığımız şeyler söylüyoruz. Bir bakıyoruz, hayatımızdan bir kesit anlatıyoruz, bir bakıyoruz sorma nedenlerimizi sıralıyoruz. Birbirimizden korktuğumuz için mi böyle? Niye korkuyoruz? Hiç tanımadığımız bir insanın, sırf gereksiz bir soru sorduğumuz için bizim hakkımızda ne düşüneceklerini kafamıza taktığımız için mi?

Her şey bir kenara, eğleniyorum ben, bana birazcık benzeyen insanlara hayatın içinde böyle rastgeldiğim zaman. O koca sosyal karmaşalığın içinde her ne kadar karanlık bir yalnızlık içinde olsak dahi, birçok özelliğimiz birbirine benziyor. Ve bence sırf bu özellikler yüzünden "yalnız" değiliz.

Evet, saatiniz var mı?

2 yorum:

suckheron dedi ki...

yok saatim falan. git burdan

negatif dedi ki...

:) dün uyumadan önce okuyup güldüm, uyandığımda bir daha güldüm.