Sayfalar

2 Ağustos 2011 Salı

Caddelerde Sıcağın Altında Oyun Oynamak...

Bazı zamanlarda donup kalıyorum. Atmam gereken adımlar oluyor, gücümü toparlayıp ilerleyemiyorum. Oysa, çokluk zaman adını sanını bilmediğim caddelerde dolaşmak istiyorum. Daha öncesinde görmediğim, bilmediğim dükkanların önünden geçmek istiyorum, neredeyse bütün insanların önünden geçerken izlediği vitrinleri izlemek istiyorum. Vitrinler, izlenmek için mi gerçekten? Vitrinin içindekileri değil, nedense camlardan yansıyan görüntülerine takılıyor insanlar, böyle düşünüyorum hep. Ya da gördüklerim buna inandırıyor beni. Kocaman camlardan yansıyan görüntülerini izliyor insanlar.

- "Bu sıcakta caddelerde ne işimiz var? Zaten asfalt eriyip gidiyor sıcağın altında, nasibimizi almayalım biz de kaynamış kaldırımlardan...Bir de terlemek var, şapır şapır terleyeceğiz yok yere."

- "Caddeler önemli...İnsanları izleyeceğiz. İnsanların iki yüzlülükleri arasında kaybolacağız. Bize de bulaştırsınlar yüzlerini, biz de nasiplenelim. İçimiz zaten soğuk, kaldırımların kaynar halinden, asfaltın erimişliğinden içimize sıcaklık akar belki...Hem zaten, kaldırımlarda nereye koşturdukları belli olmayan insanlar, sabahın erken saatlerinden itibaren kaynatmaya başlamıyorlar mı kaldırımları? Vızır vızır geçmeye başlayan arabaların lastikleri, motorları eritmiyor mu güneşle beraber asfaltı? Biz de nasiplenmeliyiz bundan...Hayat bizi de ertimeli, böyle dondurmamalı bizi. Hareket etmemiz lazım...Terden sırılsıklam olmamız lazım"

Sıcağın alnında her yer kaynarken, caddelerde insanlar ve arabalar kaynıyor. Sıralı dükkanlar, birbirinden alakasız şeyler satıyorlar insanlara. İnsanlarda, bitmek tükenmek bilmeyen bir "alma" merakı, alma olmazsa bile "bakma" sevdası. Bunlar tükenmiyor hiç. Caddeler tükeniyor, dükkanlar tükeniyor, ayaklar tükeniyor, sıcaklar tükeniyor ama bu merak tükenmiyor.

- "Sen hiç caddelerde üzerinde çamaşır suyu lekesi olan bir t-shirt ya da şort ile dolaşan insan gördün mü? Tabi, yaz mevsimi için söylüyorum, kış olsa eşofman diyecektim. Neyse lafı değiştirme hemen, soruma cevap ver."

- "Bu zamana kadar görmedim sanırım, ama görmüş de olabilirim. Evimin sokağında markete giden birisini gördüm iyi hatırlıyorum."

- "İnsanlar caddelerde böyle dolanmaz. İnsanın, caddelerde, üstü başı tiril tiril olmalıdır. Bu en basit kural. Yoksa caddelerden gelip geçen insanların bakışlarından kurtulamazsın. Bakışlarıyla resmen seni kınarlar, "şuna bak, bizim gibi olamamış" diye. Oysa senin üstünde çamaşır suyu lekesi olan bir şeyle dolaşma özgürlüğün vardır. Ama dükkanların vitrinlerinde insanlar bunu görmek istemez. Her şey muazzam derecede düzgün olmalıdır. Kuralına göre. Oyun gibi her şey. Ve bu oyunun da kuralları var. "İnsanların içine çıkma oyunu".

Bu oyunu ilk kim buldu, kurallarını kim buldu belli değil. Zaten insanlar da bunu düşünmek istemez. Sadece kurallara uymayı severler. Her şey baştan bellidir. Kurallara uymayanları da anında aralarından çıkarmak gibi özellikleri vardır insanların. Ve bunda da gayet başarılıdırlar. Hiçbir şeyde başarılı olamasalar bile, "çıkarma" işinde oldukça başarılıdırlar. Mesela bir "toplama", bir "çarpma" bir "bölme"de o kadar başarılı değillerdir. Ama söz konusu "çıkarma" olunca, hiç kimse birbirinin altında kalmaz. Kalamaz.

Bizim işimiz eksiltmek, diğer bir deyişle de tüketmek...

Mesela, bir kitabın sayfalarını "toplayıp" son sayfaya ulaşmak çok zordur birçok insan için. Hatta cehennem ıstırabı bile verebilir bazılarına. Oysa, sürekli "+1" diyeceksin bundan zor ne var değil mi? Değil tabi ki, çok zor bu. Zamanın başından beri böyle. Sayfalara karşı bir nefretimiz, bir soğukluğumuz var. Anlıyor musun? Ama bunu tersi olarak, bir "kitap yakma" işinde oldukça başarılıyız. Hem çok kolay, atıyorsun yanıyor, hiçbir şekilde beyninde gerçekleştirebileceğin bir uygulama yok, sadece aklından geçirmen yeterli. Hem, "-1" de yapmadan, toptan bir şekilde eksiltiyorsun.

-"Konudan çok saptın farkında mısın? Daha az önce caddeleri anlatıyordun. İnsanlara oradan da kitaplara geçtin birden."

- "Bunların hepsi birbirinden ayrı düşünülebilir mi? Bak mesela, İskenderiye Kütüphanesi varmış bin yıllar öncesinde, sağolsunlar, insanlar ileride düşünme gereği duymasın diye milyonlarca kitabı yakıp yıkmışlar. Sonuç; insanlık tarihi 2000 yıl geriye atılmış. Ne güzel değil mi? Aslında ciddi anlamda insanlık adına güzel bir eylem. Yakılıp giden kitaplar günümüze kadar ulaşabilmiş olsaydı şayet, şu zamanda krallıklarını ilan etmiş birçok düşünce ne varolabilecekti ne de bu şekilde şiddetli bir biçimde hüküm sürebilecekti bazı yerlerde. Hem o zaman, insanlar bu sıcak yaz günlerinde böylesine birbiriyle yarışırcasına caddelerde vitrinlerin önünden geçmeyeceklerdi kim bilir. Bak sıcak dedim, bu yaz günlerinde insanın su içmekten vücudunun %70'i yerine, %95'i su olacak neredeyse."

- "Öyle diyorsun ama sularımız boşa akıyor, daha geçen gün bir çayın önünde oturup arkadaşlarımla konuşurken, suyun akışını izledim. Aklımdan tek geçen düşünce, bunca suyun boşu boşuna aktığıydı. Niye bir çaresini bulmazlar, niye musluk takmazlar anlamıyorum. Hepsi boşa akıyor. O gece aklıma takılan en önemli mesele buydu. Resmen aklımı yiyecektim. Küresel ısınmayla mahvolacağımız günler yakın, ama şu sulara bir çare bulsalar keşke. En çok da sümüklü böceklere üzülüyorum, gerçi onlar ortaya çıkmak için hep yağmuru bekliyorlar, ama yağmur da kalmazsa sanırım bir daha göremeyeceğiz onları."

- "Offf, çok dağıldık konudan konuya, bu sıcak bizi niye bu hale getirdi? Ben en başından beri, adını sanını duymadığım caddelerden bahsediyordum, kolumdan çekip nerelere getirdin beni. Sular boşa akıyormuş...Hey Allahım, akacak tabi, akacak ki, denize ulaşıp kaybolacak denizin içinde. Bunların hepsi bir döngü farkında değil misin?"

- "Döngü diyorsun da, sakın bunların hepsi de Ameriga'nın Oyunu olmasın?"

- "Ameriga'yı bilmiyorum da, oyun dediğin şey önemli. Hepimiz bir oyunun içindeyiz, hepimiz bir oyun oynuyoruz. Hem de tek bir oyun değil, onlarca, yüzlerce oyun oynuyoruz hayatımız boyunca. Bir oyun bitiyor bazen, yerini başka bir oyuna bırakıyor. Oyun bitmiyor..."

3 yorum:

negatif dedi ki...

Kitapları yakıp küllerini musluk takılmayan çaylara savuralım.

Vitrinlere bakanların kendi yansımalarını göreceklerini sanmıyorum. Bunu istiyorum. Mümkün değil. Beklenti-zaman-yer uyumsuzluğu var. En son ne zaman dalıp gittin? Ne zaman kim ne zaman nereden nasıl kendine baktı? Günün hangi saati kişisel "bakım" günü olur.

Uyumadan önce vitrinlere bakmaz insanlar.

Vitrinlere baktıkları zaman, camdan yansıyan görüntüleriyle ilgilenmezler.

Belki akşama yapacakları yemekleri ya da karşı cinsini nasıl görmek istediğini düşünür dururlar. Yatırılmamış faturalar, geç kalınmaması gereken buluşmalar, iş çıkışı trafiğin ne durumda olacağı... Bunları düşünür insanlar.

En son ne zaman gördük kendimizi?

Bunun cevabı çok üzücü ya.

En son neyi merak ettik? Hangi kitap nasıl bitiyormuş diye düşünüp kendimizce 'bence' diye başlayan cümleler kursak aslında çok eğlenirdik.

Hep oynuyoruz.
Ama eğlenceli değil benim için.

Laf kalabalığını maruz görün.

suckheron dedi ki...

yemin ediyom siz kederden adamı öldürürsünüz. yeter lan!!!

negatif dedi ki...

Sen de hiçbir şeyi beğenmiyosun. Keder nerede hani? Bunalımda mısın nesin ya. Başak şey görmez oldun. Seviyorsan açıl bence.